Yazar arşivleri: onurilhan

AY NASIL KOKAR?

        Ay’da yalnızca on iki kişi yürüdü ve bunlardan hiç biri özel uzay giysileri
nedeniyle Ay’ı koklayamadı.

Anlaşıldığı kadarıyla Ay barut gibi kokar. Ay’da yalnızca on iki kişi yürüdü ve
bunlardan hiç biri özel uzay giysileri nedeniyle Ay’ı koklayamadı. Ancak Ay
yüzeyinden kabine döndüklerinde yanlarında bu tozlardan bol miktarda
sürüklüyorlardı. Astronotlar Ay’daki toprağın kara benzediğini, barut gibi
koktuğunu ve tadının çok kötü olmadığını söylediler. Bu toprak büyük ölçüde,
Ay’ın yüzeyine çarpan göktaşlarının yol açtığı silikon dioksitten meydana
gelmektedir; bunun yanısıra demir, kalsiyum ve magnezyum gibi mineraller de
içerir.

ELEKTRİK NEDEN İNSANI ÇARPAR?

Elektrik akımı, şiddetine ve süresine bağlı
olarak, insan vücudundan geçtiği zaman, ölüme kadar giden hasarlara sebep olur.
Elektriğin insan vücudundan akmasının nedeni, vücudumuzun iletken olmasıdır. Hücre
sıvıları, başta tuz olmak üzere çözülmüş iyonlar içerdiğinden oldukça iletkendir.

 Kaslarımıza gelen sinirsel sinyaller normalde

küçük elektrik akımlarıyla iletilir. Elektrik
akım şiddeti 16 ma’i geçtiği zaman kaslarımızı kontrol etmemizi, böylelikle elektrik akımına neden olan nesneyi bırakmamızı engeller. 20 ma’i geçtiği zaman
solunum sistemimizi etkiler ve geçici felce sebep olabilir. 100 ma’lik akım
kalp kasılmalarında düzensizlik yaratır. Kalbimiz, küçük elektriksel
sinyallerle çalıştığından, b düzeni bozan akımlar kalp krizine neden olur. 2 A’lik
akımlar organlarımızda ısıya neden olur ve büyük hasar verir.

EVRENİ IŞITAN YILDIZLAR NASIL IŞIK ÜRETİRLER?

Akşam gökyüzüne baktığımızda milyonlarca yıldızın
bize göz kırptığını görürüz. Aynı şekilde güneş de gün içinde yaydığı ısı ve
ışıkla tüm hayatımızı aydınlatır. Peki, milyarlarca yıldır evrende ısı ve ışık
yayan bu yıldızlar, bu enerjilerinin nereden alırlar ve nasıl ışık üretirler.

Yıldızlar
oldukça büyük kütlelerdir. Tüm yıldızlar kütlelerinin olağanüstü baskısını
dengeleyebilmek için merkezlerinde Hidrojen moleküllerini birleştirirler ve
daha ağır hale getirdikleri füzyon tepkimeleri sayesinde enerji üretirler. Yüzeye
ulaşan bu enerjinin küçük bir bölümünün de, bizim gözlerimizin duyarlı olduğu
görünür (optik) ışık dalga boylarında ışıma yaparak yaparlar. Yıldızların kütlelerine
bağlı olarak bu enerjinin daha büyük bölümleriyse bizim göremediğimiz kızılaltı
ya da morötesi dalga boylarında yayılır.

Yıldızların
ve güneşin yaydığı bu ışık da milyarlarca kilometre yol kat ederek dünyamıza
ulaşır.

YUMURTANIN ŞEKLİ NASIL OLUŞUR?

Hemen hemen tüm kuş yumurtalarının bir tarafı,
daha yuvarlak; diğer tarafı da daha incedir. Bu şekil, yumurtaların yuvada
birbirlerine ene yakın ve en az hava boşluğu bırakacak şekilde durmalarını
sağlar. Böylece hem ısı kaybı önlenir hem de yuvadaki yerden en iyi şekilde faydalanılır.

Tavuğun
içinde, yumurtanın oluşmaya başlayabilmesi için önce güne ışığının veya yapay
bir ışığın tavuğun gözüne çarpması gerekir. Böylece göz yolu ile uyarılan tavuğun
hipofiz bezi bir hormon salgılar. Hormon burada bulunan binlerce yumurtadan birinin
içine girer ve o yumurtanın aniden çok hızlı bir şekilde büyümesini sağlar. Önce
yumurta sarısı meydana gelir ve yumurta, yumurta kanalına geçer, döllenme
organlarında geçirdiği aşamalardan sonra 24-25 saatte oluşumunu tamamlar.

Yumurta, yumurta kanalını kesik kesik hareketlerle geçer. Buradaki dairesel kaslardan sırasıyla geçerken ve yumurtanın önündeki kas gevşek durumdayken arasındaki kas kasılır, daralır. Yumurta bu kanalın başındayken küre şeklindedir. İlerlemesi sırasında arkada kalan dairesel kaslar büzüşerek hem yumurtayı ileri iterler hem de bu kısmına baskı yaparak konik bir şekil almasına sebep olurlar. Çıkışa kadar yumurta kabuğu da sertleşir ve bu haliyle dışarı çıkar. Yumurtanın şeklinin  ve kalın kısmının önce çıkışının nedeni de
budur.

NEDEN BİLGİSAYAR KLAVYELERİNİN HARFLERİ ALFABEYE GÖRE DİZİLMEZ?

               Tüm dünyada Q klavye olarak bilinen tuş dizilimi aslında daktilonun icat edildiği günden beri hiç değişmedi. Tuşların diziliş şekilleriyle ilgili pek çok rivayet bulunmaktadır, ama en kabul gören hikâyeye göre; daktilonun mucidi Christopher Latham Scholes, ilk çalışan örneklerde bir problemle karşılaştı. İcat ettiği yazı makinesinin harfleri kâğıda basmak üzere kullandığı mekanik harf kodları, kapalı bir kutunun içinde yer alıyordu ve iki kol birden kâğıda doğru havalandığında içerde sıkışmaya neden oluyordu. Sholes bu problemin çözümü için, kullanıcının yazım hızını yavşlatmak üzere harflerin yerlerini alabildiğine karıştırarak en çok kullanılan harfleri elin en zor ulaşabileceği yerlere yerleştirmeyi uygun gördü ve Q klavye adını verdiğimiz harf dizilimi ortaya çıktı. 1874 yılında bu cihazların üretim hakkını alarak seri üretime başlayan E. Remington & Sons firması harf dizilimini değiştirmedi ve aynen kullanmay7a devam etti. İlk seri üretime başlandıktan sonra da, kullanım yaygınlığı ve alışkanlıklar dolayısıyla da Q klavye dizilimi bir daha değişmedi.          

        Klavye dizilimleri konusunda pek çok çalışma yapılmış, pek çok alternanif ortaya konulmuş olsa da, görünen o ki; yeni bir dizilimin popülerlik kazanması oldukça zor. Bu da Q tipi klavyelerde daha uzun yıllar çalışacağımız anlamına geliyor.

 

 

 

                Ancak Türkçe  için kullanılan F ve diğer bazı ülkelerde kullanılan A klavye dizilimleri de mevcuttur. Bunlar da ise, ülkelerin diline göre yaygın kullanılan harflerin elin nispeten kolay ulaştığı merkez konumlara yerleştirilmesi amacı taşınır ve bu sayede yazım hızının artması hedeflenir.

 

 

NEDEN YEMEK YEDİKTEN SONRA UYKUMUZ GELİR?

Yemekten sonra hepimizin üzerine bir ağırlık
 çöktüğü gerçektir. Hafiften gözlerimiz kapanır, biraz uzanmak isteriz. Bu rehavet
 yüzünden canımız hiç bir şey yapmak istemez. Peki, normal zamanlarda olmayan bu
 durum, yemekten sonra neden olur?

Yemek yediğimizde, dolaşım sistemimizdeki
 kan akışının büyük bir bölümü, sindirim sistemimize hizmete etmeye başlar. Özellikle
 çok yediğimizde, sindirim borusunda yoğunlaşan ve hızlanan kan akışı, diğer
 dokulara normalden daha az gidebilmesi nedeniyle vücutta genel bir yorgunluğa
 neden olur. Buna, “geçici iskemi” (beyne giden kan akımının azalması) adı verilir.

Bunun
 yanında, yediğimiz besinlerin yapıtaşları, merkezi sinir sistemimizdeki belirli
 yerlerin işlevi üzerinde etki göstererek uyku hissinin ortaya çıkmasına neden
 olur. Özellikle protein içeriği yüksek besinlerle aldığımız L-triptofan,
 beyinde serotonin hormonuna dönüştürülür ve bu hormonun etkisiyle “mutluluk-sakinleşme-uyku”
 hissi oluşur.

Bazı araştırmacılar,
 yemeklerden sonra dolaşımımızda asit seviyesinin azalması nedeniyle ortaya
 çıkan geçici kan pH değişiminin de uyku hissinin oluşmasında etkili olduğunu
 düşünmektedirler. Mide tarafından sindirim işlevinin yürütebilmesi için yüksek
 düzeyde asit salgılanmasının, vücudun pH dengesini eski haline getirmek için
 kan-asit seviyesinde ani bir düşüş göstermesine neden olduğu ve bu nedenle
 ortaya çıkan alkali gelgitin de “uyku” hissine yol açtığı görüşündeler.

KOLA NERDEN GELİR?

Kolanın nasıl keşfedildiğini biliyor muydunuz?

 

 

 

 

 

 

 

XIX. yüzyıl boyunca Avrupalı kaşiflerin ağır
yükünü taşıyan Afrikalı hamallar, orman boyunca seyahatin yorgunluğunu
üzerinden atmak için basit bir yöntem uyguluyorlardı. Topladıkları birkaç kola
tohumunu dinlenme molalarında çiğniyorlardı.

Afrikalılar kola tohumundaki bir maddenin
vücut üzerinde uyarıcı etkisi olduğunu ve kola tohumunu çiğneyerek, saatlerce
yorgunluk hissetmeden yürüyebileceklerini biliyorlardı. Bilim adamları daha
sonra kola tohumunun uyarıcı etkili kafein içerdiğini saptadılar. Kola ağacı
Batı Afrika’nın her tarafında yetişir. Kola meşrubat sanayiinde kullanılmaya
başlandığından bu yana ağacın önemi artmıştır.

ÇÖLDE KAR YAĞAR MI?

Çöllerin genellikle sıcak ve kurak bölgeler
olduğu düşünülür. Bu, bazı çöller için doğrudur; ancak hepsi için değil.
Dünyanın sıcak bölgelerindeki çöller yıl boyunca sıcak olur. Ancak, bu çöllerde
bile geceleri çok soğuk olur. Dünyanın daha serin bölgelerindeki çöllerde de
geceler soğuk olur; bu bölgelerde soğuk kış mevsimleri de söz konusudur. Birçok
soğuk bölgede de çöl bulunur. Örneğin; Grönland. İster sıcak ister soğuk olsun
tüm çöllere yağmur yağar. Yağmur yalnızca birkaç dakika sürer. Hatta yağış yalnızca
yılda bir kez olabilir. Kışın soğuk bir çöle düşen yağış kara dönüşebilir. Öyle
ki soğuk çöllerdeki yüksek dağların tepesi karla kaplanır. Sonuç olarak,
çöllerde de kar yağabilir.

BALIKLAR SU İÇER Mİ?

Akvaryumu olanlar bilirler; balıklar gün boyu
akvaryumun içinde oradan oraya salınıp dururlar. Arada yemlerini attığınızda
yerler, ve salınımlarına devam ederler. Suyun içinde yaşadıkları için, aklınıza
bir sorunun takılmasına sebep olurlar. Acaba balıklar hiç su içerler mi?
Yaşamın kaynağı olan su, canlıların vücutlarında değişik oranlarda
bulunur. Bu, tüm canlıların suyu fizyolojik olarak kullandığı anlamına gelir.
Buna su içinde yaşayan canlılar da dahildir. Dolayısıyla, bu sorunu cevabı:
Evet balıklar su içer. O zaman akla hemen, devamlı su içinde olan balıkların
suyu nasıl içtiği sorusu gelir.

Bilindiği
gibi balıklar tatlı ve tuzlu sularda yaşayanlar olarak ikiye ayrılır. Tuzlu su
konsantrasyonu olan bir ortamdır. Balık vücudu bu ortama göre daha az
konsantredir. Bu durumda balık vücudundan dışarıya doğru bir su çıkışı olur.
Tuzlu sularda yaşayan balıklar bunu dengelemek için devamlı su içmek
zorundadırlar. İçtikleri tuzlu sudaki fazla elektrolitleri de solungaçlarından
atarlar. Bu çok fazla enerji gerektiren bir işlem olduğundan tuzlu su balıkları
elde ettikleri suyu daha iyi kullanmak için, böbreklerinden atılan su miktarını
en aza indirirler.

Tatlı
sulardaysa bunu tam tersi bir durum oluşur. Tatlı sularında vücut
konsantrasyonu dışarıya göre daha düşük olur. Bu durumda dışarıdan içeriye
fazla su girişi olur. Tatlı su balıkları da bu fazla suyu dışarı atmaya
çalışırlar. Balık pulları vücuda deriden su girişini önlemede rol alırlar.
Bunların boşaltımları tuzlu su balıklarına oranla çok fazla olur.

Bunun yanında bazı türler bu değişikliğe
çok iyi uyum sağlamış olurlar. Örneğin köpek balıkları ve vatozların vücut
konsantrasyonları deniz suyuna yakındır. Böylece suyu dışarı atmak, herhangi
bir enerji harcamak zorunda kalmazlar. Bunun yanında yılan balıkları ve
ringalar, yaşamlarının bir bölümünde tatlı suya, bir bölümünde de tuzlu suya
girerler. Bunların vücutlarındaki su dengesinin sağlanması da her iki durumda
çalışabilecek durumda özelleşmiştir.

RÜYALAR KAYDEDİLEBİLİR Mİ?

Hepimiz gördüğümüz rüyalardan etkileniriz. Kimi
zaman etkisinde öyle kalırız ki birilerine anlatmak isteriz. Ancak hiçbir
rüyamızı gördüğümüz gibi anlatmayı başaramayız. Böyle zamanlarda belki de,
keşke rüyamızı kaydetme imkanı olsaydı, diye düşünürüz. Acaba rüyaları
kaydetmek mümkün müdür, hiç düşündünüz mü?

Dr.
Kleitman, uykularını müşahede altında tuttuğu kimselerin rüyalarını EEG
(elektroensefalogranik) ve EKG (elektrokardiagramlarını) cihazlarla tespite
başladı. Bu çalışmaların sonucunda; rüyanın varlığına delil olarak gösterdiği
göz hareketlerine, heyecana bağlı kalp atışlarını da ilave etmiş oldu.
EEG’nin vermiş olduğu sonuç oldukça dikkat çekiciydi. Rüyanın başladığı
andan itibaren, ağır bir ahenk içinde devam eden uyku halini gösteren çizgiler
ritmik bir hal alıyor, yanıklık halindeki şekilleriyle cihazın kağıt şeridi
üzerine kaydoluyordu.

Sekiz
kişi üzerinde yapılan bu deneyler on gün devam etti. Her deafsında elektronik
cihazın kaydettiği eğri büğrü çizgiler dikkatle incelendi. Ve şu sonuca
varıldı: Rüya, uykunun % 20 lik bir bölümünü teşkil etmektedir. Bu durumda; 8
saat uyuyan bir insanın uykusunun ilk saati ağır ve rüyasız geçmektedir. Bundan
sonraki on dakika içinde rüya görülmekte ve sonra yine bir buçuk saat sürecek
ağır uyku devresi başlaaktadır. Sonra 20 dakikalık bir rüya ve yine bir buçuk
saatlik ağır uyku… uykunun budan sonraki kısmında ise otuz dakikalık bir rüya
faslı daha vardır. Nihayet yine uyku ve onu da uyanma takip eder.